Yıllar önce bir ülkenin başkanı, aynaya bakıp, kendinin değişmez olduğunu
düşünmüş. Bulunduğu göreve seçimle gelmiş olmasına aldırmadan, koltuğu bırakmamak için çok direnmiş. Süresi dolduğu halde yerinden ayrılmak istememiş. Danışmanlarını çağırıp :
“Anayasa değişse de süremi uzatsalar” demiş.
Danışmanlar nasıl “Hayır” diyebilirler ki? Onların tüm geliri Başkan’ın iki dudağı arasındaymış. “Sizi istemiyorum” dese aç kalırmışlar. Bunun üzerine kolları sıvayıp söylenti yaymışlar. Söylenti yaymak, onların danışmanlık görevleri arasında olduğundan, bu konuda çok da başarılıymışlar. Bir süre sonra ülkede herkes:
“Yerine kimi getirebiliriz ki? Bırakalım görevi sürdürsün.” demeye bile başlamış.
Halbuki ülke halkı bu Başkan’ın tutarsız davranışlarından, bulunduğu göreve yakışmayan tavırlarından son derece rahatsızmış. Başkan’ın adını kullanmadan onu anlatan fıkra ve öyküler, dilden dile dolaşırmış. Ülke o zamanlar bir tarım ülkesi olduğundan, büyük baş hayvanlardan birinin adını Başkan’a takma ad bile yapmışlar. Evde, kahvede ya da sokakta birbirlerine yeni duydukları fırkayı anlatıp, dağarcıklarını zenginleştirmeyi sürdürürken, birden Başkan’ın görevinin uzatılmasını düşünmeleri akıl alacak bir davranış değilmiş. Aydınlar ve sağduyusu olanlar kendi aralarında:
“Bu halk ne zaman tutarlı ve akıllı davranacak” diye söylenir olmuşlar.
Herkes bir kurtarıcı aramış. Siyasetçilerin ortaya çıkıp: “Olmaz” demesini sabırla bekleyip durmuşlar. Nedense yer yarılmış, tüm siyasetçiler içine girmiş olmalılar ki, birden ortalıktan yok olmuşlar. Kimseden “Çıt” çıkmamış…
Açık alınlı, köylü ağızlı biri ortaya çıkmış. Hem de çok yiğitçe “Olmaz” demiş. Yasaları korumak istemiş. “Nasıl yaparsınız?” diyerek diğer siyasetçileri uyarmış. Onun öncü olduğunu gören siyasetçiler saklandıkları çukurlardan, mağralardan ve kuytu köşelerden çıkıp, öncünün arkasından homurdanarak yürümüşler:
“Olmaz ya! Nasıl değiştirirsiniz? Anayasa’yı koruyalım. Demokrasi elden gidiyor…” diyerek Başkan’ın tavrını eleştirmişler.
Çok sevdiği koltuğunu bırakan Başkan, başı öne eğik, üzüntüyle görevden ayrılmak zorunda kalmış. Öncü, başarmış olmanın mutluluğunu yaşarken, halk onu uzun süre desteklemiş. Onun öncü davranışını hiç unutmamış. Yaşı ilerleyince ona “Baba” bile demişler…
Gel zaman, git zaman “Baba”, halkın yüreğinde sevgiyle yaşamını sürdürmüş. Ülkenin önemli siyasetçisi olarak partisine ve halka hizmet vermiş. Bazen seçimleri kazanıp ülke yönetimini üstlenmiş, bazen başkalarının yönetimini denetlemiş. Halka olan güvenini yitirmeden uzun yıllar siyaset konuşmuş. Hem de ne kadar uzun…
Onu ilk seçenlerin hepsi toprak olup gitmişler. Onların oğulları büyümüş, yaşlı birer insan olup, torunlarının ellerinden tutmuşlar. O hala ülke yönetiminde söz sahibiymiş. Torunlar da büyümüşler. Onu hep “Baba” olarak tanıdıklarından, ondan sevgilerini esirgememişler. İnsan aile büyüklerinden sevgisini esirger mi?
Bir gün Başkanlık seçimi yapılacakmış. Tüm siyasetçiler bir araya gelip en uygun aday konusunda birleşmişler. Evet! “Baba” sonunda muradına ermiş ve “Başkan” olmuş…
“Başkan” olunca, tüm taraflılığını unutarak, yaşamı boyu sürdürdüğü siyaseti bir kıyıya atıp, gerektiği gibi hizmet sunar görünmüş. Halk da onun Başkanlığını benimsemiş. Tepki göstermemiş… Aslında tarafsız olunca, kimseyi kayırıp görevini kötü amaçla kullanmayınca, tepki göstermemeleri doğalmış. Onun Başkan olmasına ses çıkartmamaları, babaları olduğu kabul etmiş olmalarındanmış. Yoksa… Yoksa ne yapabilirler ki? Yalnızca bol bol öykü ve söylence üretip, tahlihsiz kaderlerine küsebilirmişler…
“Baba” tüm sevecenliğiyle halkı kucaklamaya çalışmış. Kendisini demokrasinin bekçisi olarak tanıtmış. Eskiler ve yaşlılarla düşünceli ve bükük boyunlu uzun kulaklı eşekler (pek çok masalda eşeklerin iyi birer düşünür oldukları yazıldığı için onları atlamak istemedim) her zaman unutkan halk gibi düşünmemişler. Baba’nın kendi çıkarı için neler yapabildiğini hiç akıllarından çıkarmamışlar… Ama Başkan’ın karşısına çıkıp, tek söz bile söylememişler. Nasıl söylesinler ki? Yasalar Başkan hakkında ileri geri yazı yazmaya, söz söylemeye “Asla” izin vermiyormuş. Sessizce gülümseyerek unutkan halkı izlemişler…
Yıllar durmuyor ilerliyormuş. Masal da olsa, zaman geçip gidiyormuş. Bir gün Başkan kara kara düşünürken, odasına giren Baş Danışman onun dalgın halini görüp:
“Hayır ola. Bir sorun mu var?” “Hayır sorun yok. Ama küçük bir şey var. Beni üzüyor.” “Sen Başkan’sın. Emret, hemen sorunu yok edelim.” “Yapar mısın?” “Elbette.” “O zaman… Şey… Benim görev sürem bitiyor. Acaba Anayasa’yı değiştirip görev süremi uzatabilir miyiz?”