Barbarlık zamanlarımızda, Franklar, Cermenler, Britanyalılar, Lombardialılar, Hıristiyan İspanyollar daha ne okuma, ne yazma bilmezlerken, hepsi de o anlaşılmaz dillerinden başka bir şey bilmeyen ve bu anlaşılmaz dili öğrenmek isteyenlere öğreten ruhaniler tarafından meydana getirilmiş okullar, üniversiteler kuruldu. Akademiler çok daha sonra ortaya çıktı, okulların budalaca yönlerini hor gördüler; hiçbir zaman onlara ses çıkarmaya cesaret edemediler; çünkü, saygıya değer şeylere dayandığı için saygı gösterilen budalalar da vardır.
Dünyanın dört bucağına yayılmış az sayıdaki düşünen varlıklara en çok hizmet edenler, bir köşeye çekilmiş edipler; odalarına kapanmış, ne üniversite sıralarında fikir yürüten, ne de akademilerde herşeyi yarım yamalak söyleyen gerçek bilginlerdir; böyleleri de, hemen hemen hepsi, baskıya uğramış, zulüm görmüşlerdir. Aşağılık soyumuz öyle yaratılmış ki yürünmüş yoldan yürüyenler yeni bir yol gösteren oldu mu taşa tutarlar.
....
Kardinal Superbus Fadus hazretlerine övücü şiirler, metresine koşuklar yazınız; kapıcıbaşısına bir coğrafya kitabı adayınız; güler yüzle karşılanırsınız; ama insanları aydınlattınız mı, ezilir gidersiniz.
Descartes yurdunu bırakıp gitmek zorunda kalmıştır, Gassendi iftiraya uğramıştır. Arnauld günlerini sürgünde yütürüyor; Yahudi peygamberlerinin başına gelenler, her filozofun başına gelmiştir.
Onsekizinci yüzyılda bir filozofun, vinsanların elleri olmasa sanat sahibi olamayacaklarını söylediği için, mhkemelerde süründürüldüğü, kanıtlarla değil; dolaylı sonuşlardan çıkarılan kanıtlarla yargılayan mahkemelerce de zındık muamelesi gördüğü söylense buna kim inanırdı? Bu yakınlarda kafasız bir adamın düşünemeyeceğini söylemek küstahlığında bulunacak ilk insanın küek cezasına çarpılması, hani ya hiç de olmayacak şeylerden değildir: "Çünkü, bir diplomalı ona diyecek ki, ruh saf bir soluktur, kafa ise maddeden başka bir şey değildir; Tanrı ruhu beynin içine yerleştirdiği gibi, bir topuğa da yerleştirebilir; onun işçin sizin bir zındık olduğunuzu haber veriyorum."
Bir edebiyatçının başına gelebilecek en büyük felâket belki de meslektaşlarının kıskançlığını uyandırmak, bir takım düzenlerin kurbanı olmak, dünyaya hükmedenlerin hakaretine uğramak değil, budalaların elinden hüküm giymektir. Budalalar kimi zaman işi pek azıtırlar; hele bağnazlık beceriksizlikle, beceriksizlik de öç alma hırsıyla birleşirse. Gene bir edebiyatçının en büyük felâketlrinden biri genellikle hiçbir dayanağının olmamasıdır. Bir burjuva küçük bir görev satın alır; bütün meslektaşları onu korurlar. Bir haksızlığa uğrasa, hemen kendisini savunacak kimseler bulur. Edebiyatçıya kimse yardım etmez; uçan balıklara benzer o: biraz havalansa kuşlar parçalar; suya dalsa balıklar yer.
Her devlet adamı insanların kötülüğüne haraç verir; ama hiç değilse karşılığında para alır, onur sahibi lur. Edebiyatçı aynı haracı hiçbir şey almadan verir, kendi zevki için arenaya inmiş, yırtıcı hayvanların önüne kendini atmıştır.
VOLTAİRE (Felsefe Sözlüğü, Cilt 2)