Zihin her şeyi sürekli sözcüklere dönüştürür. Sözcükleri bilirsiniz, dili bilirsiniz ve düşünmenin kavramsal yapısını bilirsiniz; ama bu düşünmek değildir. Tam tersine, düşünmekten kaçmaktır. Bir çiçek görür ve onu sözcüklere dönüştürürsünüz. Sokakta birini görür ve onu sözcüklere dönüştürürsünüz. Her şeyin sürekli sözcüklere dönüştürülmesi, sözcükler şeklinde var edilmesi meditatif zihni engeller.
Gördüklerinizi sadece görün, sözcüklere dökmeyin. Var olduklarının farkında olun, ama onları sözcüklere dönüştürmeyin.
Gün doğumu orada... Onu gördüğünüz an ile sözcüklere dönüştürdüğünüz an arasında geçen zamanın farkında bile değilsiniz. Güneşi görüyorsunuz, hissediyorsunuz ve anında onu sözselleştiriyorsunuz. Güneşin doğmasının bir sözcük olmadığını anlamak gerekir. O bir olgudur, bir olandır. Zihin yaşananları otomatik olarak sözselleştirir; o zaman sözcükler sizinle yaşanılan arasına girer.
Dil bir kenara bırakılmalıdır. Onu bastırmanızı, ya da tümüyle ortadan kaldırmanızı söylemiyorum. Yalnızca günün yirmidört saati süren bir alışkanlığınız olmaması gerekir diyorum. Yürümek için bacaklarınızı hareket ettirmelisiniz; ama oturduğunuzda da bacaklarınız yürüyüş hareketine devam ediyorsa, delirmişsinizdir! Onları durdurabilmelisiniz. Aynı şekilde, kimse ile konuşmazken dil orada olmamalı. O bir iletişim tekniğidir ve siz bir kimse ile iletişim halinde değilken orada olmamalıdır.
Varoluş asla kendini tekrarlamaz. Her gül, yeni bir güldür, baştan aşağı yenidir. Daha önce hiç varolmamıştır, bir daha da olmayacaktır. Ama biz ona ‘gül’ dediğimiz zaman, ‘gül’ sözcüğü bir tekrardır. Gülü adlandırdığınızda, yeni olanı eski olanla öldürmüş oldunuz.
Varoluş daima gençtir, oysa dil daima yaşlıdır. Dilin içine ne kadar girerseniz o kadar ölü, o kadar körelmiş olursunuz.
Sartre otobiyografisine ‘Sözcükler’ adını verdi. Biz sözcüklerin içinde yaşarız; yani, yaşamayız. Sonuçta elimizde biriktirilmiş bir dizi sözcükten başka bir şey kalmaz. Sözcükler fotoğraflara benzer: Canlı bir şeyi görüp resmini çekersiniz. Fotoğraf ölüdür. Ölü fotoğraflardan bir albüm oluşturursunuz. Farkındalık içinde yaşamamış bir kişi ölü bir albüm gibidir. İçinde yalnız sözel resimler, ölü anılar vardır.
SESSİZLİĞİ DİNLEMEK adlı kitaptan
simPLe - LiFe adlı blogdan alıntılanmıştır.